Okulöncesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Okulöncesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Haziran 2020 Perşembe

MOLA UYGULAMASI NEDİR? NASIL UYGULANIR?






                                                            MOLA


                                       
Mola uygun davranışın ardından belirli bir süre pekiştirme kaynaklarından uzaklaştırılmasıdır. Mola, çocuk bakımından her türlü etkinliğin kısa bir süre durdurulmasıdır. Mola pekiştirmeye, ödüllendirmeye, ilgi göstermeye ara verilemesi demektir. Bu yöntemi uygulayarak,çocuğunuzu kötü davranışı sırasında içinde bulunduğu pekiştirici ya da haz verici durumdan çabucak uzaklaştırılıp, onun açısından hiç de pekiştirici olmayan, hoşlanılacak biryanı bulunmayan, sakin, sıkıcı biryere koyarsınız. Böylece onun mola sırasında,i lgi biçiminde veya başka biçimlerde ödül elde etmesini önlersiniz.

 Mola temelde iki biçimde uygulanır.

  • Pekiştireçlerin çocuktan uzaklaştırılması 
  • Çocuğun pekiştirme kaynaklarından uzaklaştırılması  




 Uygulamalı mola Yöntemi

İlk olarak çocuğunuzun olumsuz davranışlarını gözlemleyin. Hangi davranışın sönmesini istiyorsanız o davranışı hedef davranış olarak belirleyin. Çocuğa molayı anlatın, çocuk 2-4 yaş arasında ise ona uygulayarak anlatın. Artık davranışın ortaya çıkmasını bekleyebilirsiniz. Davranış ortaya çıktığında, anında müdahale etmeniz gerekmektedir, yani en fazla 10 saniye beklemeniz ve en fazla 10 kelime kullanarak (çocukla olumsuz iletişime girmeden) molayı uygulamanız gerekmektedir.

      Mola yöntemi çocuk açısından her türlü etkinliğin kısa bir süre durdurulmasıdır. Yani çocuğu bir süreliğine iletişimden mahrum bırakmaktır. Bu süre çocuğun yaşına göre belirlenir örneğin; çocuk 5 yaşında ise mola süresi de 5 dakikadır. Çocuğun molada kalma süresini belirleyeceğiniz bir çalar saatiniz olması gerekiyor. Bu süreyi belki siz unutabilirsiniz ama saat unutmaz, hem de çocuğun:_süre bittimi_ ne kadar kaldı… gibi sizinle iletişime girme çabalarını da engellemiş olursunuz.2-4 yaş arası çocuklar anne-babanın bulunduğu ortamda ve yüksek arkalıklı sandalyede mola uygulanmalıdır.4-12 yaş arası çocuklar için ayrı bir oda belirlenmelidir. Çocuğu bulunduğu ortamdan çabucak uzaklaştırıp, hoşlanılacak bir yanı bulunmayan, sakin bir yere koymaktır. Oyuncakların, televizyonun bulunmadığı, ama ısı, ışık açısından yeterli ortamlar, odanın bir köşesindeki duvara doğru çevrilmiş sandalye uygun mola ortamı oluşturabilir. Çocuk; mola aldığı her zaman bu belirlenmiş yere gelmelidir. Mola odasının psikolojik ve fiziksel olarak kendine zarar vereceği bir yerde olmaması gerekmektedir.

        Bu yöntemin en önemli yönü; çocuğun molanın bitimini beklerken kendi davranışlarını değerlendirme olanağı bulmasıdır. Mola yöntemiyle istenmeyen davranış çabucak zayıflar. Ana-babaların bu yöntemi öğrenip kullanmaları kolaydır ve bu arada ana-babalar çocuk için saldırgan olmayan, akla uygun bir model olurlar. Mola bittikten sonra ana-baba ve çocuk arasındaki ilişki çabucak normale döner. Mola yöntemi sayesinde sorunlu davranış anında durdurulmuş olur ve çocuk kendini denetleyebilmeyi öğrenir. Mola yöntemi çocuğun davranışının değiştirilmesine yardımcı olan etkin bir stratejidir. Ancak anne-babaların sıklıkla düştüğü bazı tuzaklar da mevcuttur.

        Mola yöntemini etkin bir şekilde kullanmaya gayret ederken aşağıdaki ipuçlarını aklınızda bulundurun:

     
 Hangi davranışlarda mola uygulanır ya da uygulanmaz:

Dalga geçme, başkasıyla alay etme, vızıldanma, ağlama, büyüklerine saygısızca davranmak, vurmak, çimdik atmak, tükürme, söz dinlememe, Vurmak. Öfke nöbetleri .Oyuncakları fırlatmak.Başkalarına tekme atmak ,ısırmak, tükürmek, çimdiklemek, saç çekmek, etrafındaki herhangi bir canlıya (bitki, hayvan…gibi) zarar verme gibi davranışlarda molayı uygulayabilirsiniz.
Çocukta çeşitli korkular varsa (gök gürültüsü, yalnızlık korkusu… gibi) ,parmak emme, tırnak yeme, kekeleme gibi davranışlar için mola yöntemi uygulanmamalıdır.


DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR  


  • Çocuğa molanın ne olduğu açıklanmalıdır.
  • Çocuk istenmeyen davranıştan ve uyarılardan hemen sonra molaya gitmelidir. 
  • Çocuk molaya giderken veya götürülürken mola nedeni açıklanmalıdır. 
  • Mola bitiminde çocuğa haber verilmeli ve neden molaya gittiği sorulmalıdır. 
  • Molayı ne zaman kullanacağınızı iyi bilin. Molaya yol açacak davranışları önceden belirleyin ve bunları çocuğunuza söyleyin. Çocuk molayı sakinleşme ve davranışı hakkında düşünme şansı olarak görmelidir. Sakinleşme fırsatı anne-babalar içinde yararlı olabilecektir.  
  • Molayı hangi davranışlarda uygulayacağınızı iyi belirleyin. Mola görmezden gelinmesi mümkün olmayan saldırgan, zarar verici veya yıkıcı olan ve anında müdahale edilmesi gereken davranışlarda en faydalı olmaktadır.
  • Çocuklar davranışları ve ceza arasındaki bağlantıyı anlayabildiklerinden (vurursam molaya giderim) vurma, ısırma veya eşyaları fırlatma gibi davranışlarda iyi sonuç verir. 
  • Mola barışçı bir şekilde sorun çözümlemeyi öğrettiği için saldırgan davranışlarda özellikle faydalı olur. 
  • Öfke nöbetleri veya vızıldanma gibi genellikle görmezden gelinmesi mümkün olan, daha az zarar verici davranışlarda mola uygulanması gerekmez ve çoğunlukla fayda da sağlamaz. Söylediğinizde mutlaka uygulayın. !!!!!Tehdit edip uygulamamanız durumunda mola yöntemi işe yaramaz. 
  • Kendinizi sürekli olarak hemen durmazsan molaya gideceksin derken buluyor ancak nadiren molaya gönderiyorsanız, çocuğunuz bunun boş bir tehdit olduğunu öğrenmiş demektir. Boş tehditler de davranışın değiştirilmesi açısından hiçbir fayda getirmez. 
  • Tutarlı olmanız son derece önemlidir. Bir kez daha yaparsan molaya gideceksin derseniz ve davranış devam ederse, söylediğinizi hemen uygulayın! Ancak, daha önceden hangi davranışların molaya neden olacağını baştan çocuğunuzla konuştuğunuzdan, her zaman önceden uyarı yapmanız gerekli olmayabilir. 
  • Mola uygulamaya karar verdiyseniz, hiçbir özür, ağlama ya da pazarlık bu kararınızı değiştirmemelidir. 
  • Gerçekten mola verildiğinden emin olun. Çocuğunuz moladayken kaç kere su istedi ya da tuvalete gitti? Çocuklar çok akıllıdır ve mola sandalyesinden kalkabildikleri takdirde molanın o kadar da kötü, zor olmadığını hemen çözerler. 
  •  Mola, gerçekten mola olacak şekilde uygulanmalıdır. Çocuğunuz molada kalmayı reddediyorsa, mola süresince arkasında durarak, nazik ancak sıkı bir şekilde omuzlarından tutun. 
  •  Mola sırasında herhangi bir konuşma veya tartışma yapılmamalıdır. Sadece, örneğin kardeşini ısırdığın için moladasın, mola süresi bitince konuşabiliriz, diyebilirsiniz. 
  • Yer seçimini doğru yaptığınızdan emin olun. Mola çocuğu en sevdiği faaliyetlerden ve sizin dikkatinizden uzaklaştırdığı için işe yarar.
  • Mola için seçtiğiniz yer oturma odasının ortasındaysa ve çocuğunuz sandalyede oturduğu halde kendisini oturma odasında yaşananların bir parçası olarak hissedebiliyorsa mola işe yaramayacaktır.  




Mola sandalyesini nereye yerleştirmelisiniz?  



  • Mola sandalyesinin, boş duvar veya köşeye bakan, televizyonu veya başka kişileri izleyemeyeceği bir yerde durmasını sağlayın. Genellikle sandalye antreye veya bitişik odaya yerleştirilmekte ve böylece anne-baba çocuğu gözlemeye devam edebilmektedir. 
  • Daha küçük çocuklar anne-babadan ayrılmakta zorluk yaşayabilmektedir. Bu durumda sandalyeyi sizin bulunduğunuz odaya koyun, ancak çocukla göz temasında bulunmamaya özen gösterin. Mola sandalyesinde otururken hiçbir oyuncak almasına izin vermeyin.
  • Mola süresinin çok fazla olmamasına özen gösterin. Molayı çocuğun yaşı kadar dakika boyunca uygulayın. Örneğin 3 yaşındaki bir çocuk için 3 dakika gibi. Bu süreden sonra çocuklar esas olarak neden sandalyede oturduklarını unutmaktadırlar ve dolayısıyla da tekniğin ilgili davranışın değiştirilmesi açısından etkinliği azalmaktadır. 
  • Mola süresini tutmak için kurulabilir saatlerden faydalanabilirsiniz. Çocuğunuz objektif bir saate size olduğundan daha fazla itaat edecektir. Çocuğunuzun olumlu davranışlarını her zaman ödüllendirin. Örneğin oyuncaklarını paylaşmak veya siz telefon görüşmesi yaparken sessizce beklemek gibi, teşvik etmek istediğiniz bir davranışta bulunduğunda onu takdir edin. 
  • Bol bol fiziksel sevgi gösterin ve her gün en az 10-15 dakikayı onun sevdiği bir faaliyeti birlikte yaparak geçirin. 
  • Çocuğunuzun olumsuz davranışları ile değil, olumlu davranışları ile sizin dikkatinizi daha fazla çektiğini anlamasını sağlayın.  




Mola kullanımı için öneriler



  • Mola kullanımı, olumlu pekiştirme uygulaması ile eşleştirilmelidir.
  • Çocuk, bulunduğu ortamın ve etkinliklerin mola alanındakinden daha cazip olduğunu algılamalıdır.
  • Uygulayıcı mola uygulamasının etkisini değerlendirip etkisiz ise devam etmemelidir.
  • Uygulayıcı, mola tekniğini çocuktan kurtulma amacıyla kullanıp mola uygulamasını suiistimal etmemelidir.
  • Mola süresi çok uzun tutulmamalıdır.
  • Mola alanının pekiştirici özelliği olmamalıdır.
  • Mola saldırgan çocuklar için etkili olabilirken içine kapanık çocuklar için kullanılmamalıdır.


Molanın Avantajları 



  • Mola ve olumlu pekiştirme süreçlerini bir arada kullanmak kolaydır.
  • Mola süreçlerinin etkisi oldukça hızlıdır ve bu etki uzun sürelidir.
  • Çocuğu eğitim ortamından uzaklaştırmadan da mola uygulamaları yapılabilir.
  • Çok zorlayıcı davranışların (saldırganlık gibi) azaltılmasında önemli bir seçenektir.
  • Mola birçok kötü davranışı çabucak zayıflatır.
  • Bir kısım kötü davranışa da tamamen son verir. Onların yerini düzeltilmiş davranışlar alır.
  • Anne babaların bu yöntemi öğrenip kullanmaları kolaydır.
  • Anne babalar bu disiplin yöntemini kullanırken kendilerini daha az kızgın ve üzgün olduklarını belirtmektedirler.
  • Bu yöntemi kullanan anne babalar, çocuk için saldırgan olmayan,akla uygun bir model olurlar.
  • Mola bittikten sonra anne baba ile çocuk arasındaki ilişki çabucak normale döner.


Mola’nın potansiyel yan etkileri ve dezavantajları; 

  • Çocuğun pekiştireç bulamayacağı bir alana gönderilmesi, uygulayıcı için olumsuz pekiştirme etkisi yaratabilir. 
  • Mola süresi uygulayıcı tarafından uzatılarak, mola suiistimal edilebilir.
  • Çocuklar arasında ki bireysel farklılıklar dikkate alınmazsa, çocukların birinin diğerine karşı pekiştirilmesi ya da cezalandırılması olarak algılanabilir. 
  • Çocuk başka uygun olmayan davranışlar sergileyebilir. 
  • Çocuğun eğitim ortamından uzaklaştırılması akademik performansı olumsuz etkileyebilir. 












HEDEF DAVRANIŞ KAYIT TEKNİKLERİ


1- ABC KAYDI( ANEKTOD)

Davranış öncesi ve sonrasında neler olup bittiğine ilişkin, ayrıntılı biçimde veri toplamak için doğrudan gözlemlere yer veren kayıt türüdür. ABC kaydı ile hedef davranışa/davranışlara karar verilir.



ABC KAYIT FORMU ÖRNEĞİ 


ABC Kaydı Tutarken Dikkat Edilecek Noktalar


  • Gözlenen bireyin yaptığı ve söylediği her şeyi yazınız. 
  • Gözlenen bireye yapılan ve söylenen her şeyi yazınız.
  • Yorum yapmayınız ve gözlenemeyen olayları kaydetmeyiniz.
  • Gözlediğiniz davranışları sıklık ve sürelerine ilişkin yaklaşık süre ve sayıları kaydediniz. Gözlemlerinizi en az 3 oturum sürdürünüz.

ABC Kayıtlarında birden çok sayıda hedef davranış belirlendiyse ve bu davranışlar üzerinde aynı anda çalışılamıyorsa öğretmen bu davranışlardan sosyal açıdan öncelikli davranışı hedef davranış olarak belirler.

Bu durumda;

  • Sakınca derecesi,
  • İleride kullanılma olasılığı,
  • Süreğenlik derecesi,
  • Bireye pekiştireç sağlama olasılığı,
  • Başka davranışlar için ön koşul niteliği taşıması,
  • Değiştirme kolaylığı, 
  • Maliyetinin uygunluğu gibi noktalara dikkat edilerek hedef davranış belirlenir.



2- KALICI DAVRANIŞ ÜRÜNÜ KAYDI 

Haftalık hece testinde doğru sözcük sayısı, bilgisayar klavyesi ile yazılan doğru sözcük sayısı, öğrencinin resminde yer alan perspektif sayısı gibi pek çok akademik davranış kalıcı ürünü olan davranışlardır. Bu tür davranışların ürünleri kayıt edilir.

Kalıcı ürünleri ölçmek için dikkat edilmesi gereken üç ilke vardır:


  • Hedef davranışın her meydana gelişi aynı kalıcı ürünle sonuçlanmalıdır.
  • Kalıcı ürün yalnızca hedef davranışın sonucunda ortaya çıkmalıdır.
  • Eğer kalıcı ürünü kayıt ederken araç-gereç kullanılacaksa, bunlar hedef davranışı etkilememelidir. 


Kalıcı ürün kaydı yapılabilecek davranışlara örnekler:


  • Oturma odasında bırakılan eşya/giysi sayısı
  • Bulaşıkların yıkanıp yıkanmadığı
  • Oyuncakların yere atılıp atılmadığı
  • Lambaları söndürülüp söndürülmediği
  • Halının ya da yatağın ıslatılıp ıslatılmadığı
  • Çocuğun saçının taranıp taranmadığı
  • Hatalı üretilen parçalar
  • Yanlış park edilen araçlar
  • Şiddetli yağıştan sonra kar ve buzun temizlenip temizlenmediği



Önemli Not: Bir davranışı kayıt etmek için harcadığınız çaba o davranışı gerçekten değiştirme isteğiniz ile yakından ilgilidir.


3- FOTOĞRAF VE VİDEO İLE KAYIT 

Zaman zaman kalıcı ürünlerin daha da kalıcılığını sağlamak amacı ile fotoğraflar ve video kayıtları kullanılabilir.

Örneğin: Tırnak yeme davranışını değiştirmeyi hedefliyorsanız. Düzenli aralıklarla öğrencinin ellerinin fotoğrafını çekebilirsiniz. Tırnak boyunu cetvelle ölçerek kayıt eder. Fotoğraf kanıtlarını kullanabilirsiniz

Bir başka örnek olarak öğrencilerin legolarla yaptıkları ürünleri fotoğraflayabilirsiniz.



4- KONTROL LİSTELERİ İLE DAVRANIŞ KAYDI  

Öğretmenler tarafından kolayca kullanılabilir.

Ancak kontrol listeleri oluşturulurken davranış yaptı/yapmadı, doğru/yanlış, uygun/uygun değil gibi kategorilere ayrılmalıdır. Özellikle güvenlik gerektiren işlerin kaydında uygundur.

Çocukları kendi odalarını ya da masalarını temizlemeleri, bir tabağa yerleştirilecek yiyecekleri yeri ve sırası (yiyecek hazırlama) gibi davranışlar kayıt edilebilir.





DAVRANIŞ KAYDI TEKNİKLERİ  


1- Kesin kayıt teknikleri

a. Olay kaydı  

b. Süre kaydı 

c. Bekleme süresi kaydı 



a. Olay Kaydı: En pratik ve en kullanışlı kayıt etme süreçlerinden biri sıklık sayma ya da olay kaydıdır. Bu kayıt türünde gözlemci belirlenen gözlem zamanı boyunca oluşan davranışların kaç kez oluştuğunu sayar. 


Davranışları sayma; 


  • Davranışın açık başlangıç ve bitişi olduğunda oldukça kullanışlıdır. Eğer davranış bazen 10sn. Bazen de 10 dakika sürüyorsa olay kaydı bu tür davranışlar için uygun değildir.
  • Davranış çok sık meydana geliyorsa, davranışı bütün bir zaman diliminde izlemedikçe saymak mümkün değilse olay kaydı uygun değildir.


b. Süre Kaydı : Hedef davranışın ne kadar süre ile devam ettiğinin belirlenmesi amacıyla tutulan kayıtlardır. İki türü vardır.


  • Gözlem süresinde gerçekleşen her bir davranışın süresi kayıt edilebilir.
  • Gözlem süresinde gerçekleşen tüm davranışların toplam süresi kayıt edilebilir. 



Süre kaydı yaparken kronometreli ya da dijital bir saat en iyi araçtır. Zamanı gösteren video kayıtları incelenerek, süre kaydı yapılabilir.

          Süre kaydında, gözlemci davranışın tamamlanmasına en yakın saniye, dakika ya da çeyrek saati kayıt etmeyi tercih edebilir.


Süre kaydında;


  • Gözlem süreleri eşitse tepki süreleri doğrudan grafiğe işlenebilir.
  • Gözlem süreleri eşit değilse tepki oranı hesaplanır.
  • Teki oranı=tepki süresi/gözlem süresi 


c. Bekleme Süresi Kaydı 


Bazı durumlarda bir uyaranla davranışın başlaması ya da tamamlanması arasında geçen süreyi belirlemek önemlidir. Bekleme süresi kaydı süre kaydındaki ilkeler dikkate alınarak tutulur.

Örnekler:


  • Öğretmenin “yerine otur” demesinden sonra öğrencinin yerine oturması arasında geçen süre.
  • Bir lokantada yemeklerin sipariş edilmesinden sonra yemek servisi arasındaki süre.
  • Bir çağrının ulaşması ile cevaplanması arasındaki süre.
  • “odanı temizle” yönergesi ile işin tamamlanması arasındaki süre. (Sürenin uygun olmadığı durumlarda gerekebilir) 




Yaklaşık kayıt teknikleri 


a. Zaman aralığı kaydı


  • Bütüncül zaman aralığı kaydı
  • Kısmi(parçalı) zaman aralığı kaydı 

b. Anlık zaman örneklemi kaydı.



A- Zaman aralığı kaydı 

Gözlem süresi eşit zaman aralıklarına bölünerek, bu aralık içinde davranışın oluşup oluşmamasının kayıt edilmesidir. Örneğin: iki dakikalık bir gözlemde “Öğrencinin önündeki işe dikkat etmesi” kayıt ediliyor olsun,


Öğr. Gözlem süresinin %50’sinde işe dikkat etmiştir. 6/12 x 100= %50



Bütüncül Kayıt 

Belirlenen zaman aralığı süresince, davranış devam ediyorsa o davranış “var” kabul edilir. Davranış aralık süresince devam etmiyorsa “yok” kabul edilir.



Kısmi (parçalı) kayıt 

Belirlenen zaman arlığı içinde davranış gerçekleşmişse “var” kabul edilir. Davranışın gerçekleşme sayısı ya da süresi önemli değildir.



B- Anlık Zaman Örneklemi Kaydı 

Gözlem süresi 5 -10 dakikalık zaman aralıklarına bölünür ve zaman aralığı sonunda gözlenerek davranışın gerçekleşip gerçekleşmediği kayıt edilir.

Bu yöntem ile birden çok sayıda davranış aynı anda kayıt edilebilir.






UYGUN DAVRANIŞLARIN ARTTIRILMASI


PEKİŞTİRME

İzlediği davranışın gerçekleşme olasılığını arttıran veya davranışın sürmesini sağlayan uyaranların ortama eklenmesi veya çekilmesi sürecine pekiştirme denir.


 İki türü vardır;


  • Olumlu pekiştirme
  • Olumsuz pekiştirme.  



OLUMLU PEKİŞTİRME 

Olumlu pekiştirme, bir davranışı izleyen durumda ortama bir uyaranın eklenmesiyle o davranışın ileride yapılma olasılığının arttırılmasıdır.

Olumlu pekiştirmede yer alan uyarana pekiştirici uyaran ya da pekiştireç adı verilir.



OLUMSUZ PEKİŞTİRME 

Bir davranışı izleyen durumda ortamdaki itici uyaranın çekilmesiyle, o davranışın yapılma olasılığını artırılmasıdır. Örneğin: Açık pencereden gelen gürültünün işe dikkat davranışını engellemesi durumunda pencerenin kapatılması ile bu davranışın artması olumsuz pekiştirmedir.

Ortamda bir itici uyaranın varlığını gerektirdiği için eğitim ortamlarında sıkça yer verilmesi uygun değildir. Çünkü olumsuz pekiştirme itici uyaran üzeride yoğunlaşır. Dolayısıyla kaçma ve kaçınma davranışlarını artırır.



PEKİŞTİREÇLER İKİ BAŞLIK ALTINDA İNCELENEBİLİR. 


  • Öğrenilmemiş pekiştireçler (birincil pekiştireçler)
  • Öğrenilmiş pekiştireçler (ikincil pekiştireçler) 


Öğrenilmemiş pekiştireçler (birincil pekiştireçler) 

Doğal yaşamı sürdürmek için gerekli olan ve biyolojik önem taşıyan uyaranlardır. Bu uyaranlar öğrenilmemiştir ve yaşamsal önemleri vardır.Örneğin; yiyecekler, içecekler, barınma, uyku vb.

Not: yiyecek içecek türü pekiştireçler küçük çocuklarda ve işlevde bulunma düzeyi sınırlı olan bireylerde etkilidir ancak eğitim ve işlevde bulunma düzeyi arttıkça önemlerini yitirirler.



Öğrenilmemiş pekiştireçlerin özellikleri  


  • Etkileri bulundukları durumlara göre değişiklik gösterir. Örneğin;karnı tok bir çocuk için yiyecek etkili olmayabilir.
  • Sunulmaları iyi planlanmadığında “doygunluk” ya da “yoksunluk” yaratabilirler.
  • Pekiştireç olma özelliklerini hiçbir zaman yitirmezler çünkü yaşamsal ihtiyaçlardır.
  • Yiyecek pekiştireçleri diyetli birey için titizlikle seçilmelidir.
  • Doygunluğu ve hızlı tüketimi önlemek için az miktarda sunulmalıdırlar. 



Öğrenilmemiş Pekiştireçlerin Yarar ve sınırlılıkları 

 Yararları :

  • Öğretim gerektirmezler. Ancak ikincil pekiştireçlerle birlikte kullanılması önerilebilir. 


 Sınırlılıkları:


  • Doygunluk oluşturabileceğinden uzun süre etkili olmayabilir.
  • Her zaman her yerde kullanılması kolay olmayabilir, her zaman her yerde temini mümkün olmayabilir.



Öğrenilmiş pekiştireçler (ikincil pekiştireçler) 

Yaşamsal bir önem taşımamalarına rağmen davranışların arttırılmasında ve sürdürülmesinde etkili biçimde kullanılabilirler.

Bunlara koşullu pekiştireç de denir. Birincil pekiştireçlerle birlikte kullanıldıklarında bir süre sonra tek başlarına pekiştireç olma özelliği kazanırlar.

Örneğin; “Çok iyi yaptın”, “aferin” gibi sözcükler başlangıçta çocuk için bir şey ifade etmeyebilir. Fakat bunlar çikolata, bisküvi gibi öğrenilmemiş pekiştireçlerle sunulduklarında bir süre sonra birincil pekiştireçler olmaksızın da davranışı pekiştirirler. (Klasik Koşullanma)



Öğrenilmiş Pekiştireç Türleri: 


  • Sosyal pekiştireçler
  • Etkinlik pekiştireçleri
  • Nesnel Pekiştireçler
  • Sembol pekiştireçler: 

1. Sosyal pekiştireçler 


Sözsüz ifadeler: Gülümseme, alkışlama, baş ile onaylama, göz kırpma.

Bedensel iletişim: kucaklama, başını okşama, sırtını sıvazlama, yüzüne dokunma.

Sosyal ortamlarda yakınlık: Öğretmen masasının yakınına oturma, yemek saatinde yan yana oturma, birlikte sınıf panosunu yerleştirme.

Ayrıcalık tanıma:Bahçede oynamasına izin verme, sınıf defterini okul müdürüne götürme.

Övgü sözcükleri ya da sözcük grupları: aferin, ne kadar güzel, bunu sen mi yaptın, çok iyi bir iş v.b.



2-Etkinlik pekiştireçleri: 

Şarkı söylemek, yap-bozla oynamak, şiir okumak gibi sözel ya da bedensel bir uğraşı gerektirirler. (Az yeğlenen bir etkinliğin ardından çok yeğlenen bir etkinliğin yapılmasına izin vermek, az yeğlenen etkinliğin yapılmasını artırır. [Premack ilkesi])



3. Nesnel Pekiştireçler: 

Oyuncak ya da araç-gereç ve materyaller.



4. Sembol pekiştireçler:  

Kendi başlarına anlamı olmayan ama başka pekiştireçlere dönüştürülebilen sembollerdir. Para, gazete kuponları, yıldızlar, jeton gibi.



Öğrenilmiş Pekiştireçlerin Yararları ve sınırlılıkları 

Yarar:


  • Ulaşılması ve uygulanması her zaman her yerde kolaydır.
  • Kolayca çeşitlendirilebilir. Doğal ve sosyal ortamlarda da sağlanabilir.


Sınırlılık:

Birincil pekiştireçlerle birlikte kullanılarak öğretim sürecinden geçmesi durumu sınırlılık olarak ifade edilir ancak öğrenilmiş pekiştireçlerin yararı çok daha fazladır.



Pekiştirme kuralları 


  • Pekiştirme uygun davranışa bağımlı olmalıdır.
  • Pekiştirme uygun davranışın hemen ardından sunulmalıdır.
  • Programın başlangıç ve edinim aşamalarında davranış sürekli pekiştirilmelidir.
  • Etkili pekiştireçler kullanılmalı ve pekiştireçler çeşitlendirilmelidir.
  • Pekiştireçler etkili pekiştireç tarifeleri kullanılarak uygulanmalıdır.
  • Pekiştireçler uygulayıcı tarafından kolay bulunulabilmeli ve kullanımı kolay olmalıdır. 
  • Pekiştireç doygunluk sağlamamalıdır.
  • “Seni sevmem”,”Seni terk ederim”...vb. ifadeler pekiştireç olarak kullanılmamalı.
  • Pekiştireç öğrenci için etkili, yaşına cinsiyetine ve ilgilerine uygun olmalıdır.




17 Haziran 2020 Çarşamba

OKULÖNCESİ DÖNEMDE GÖRÜLEN DUYGUSAL BOZUKLUKLAR





OKULÖNCESİ DÖNEMDE GÖRÜLEN DUYGUSAL

 BOZUKLUKLAR
             
          
         Okulöncesi döneminde görülen duygusal bozukluklar şunlardır; Sosyal Kaygı Bozukluğu, Ayrılma Kaygısı Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Depresyon, Tuvalet Alışkanlığı Problemleri, Dil ve Konuşma Bozukluğu,  Öğrenme Güçlükleri, Yeme Bozuklukları, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Tırnak Yeme, Alt ıslatma, Korkular, Parmak emme, Yalan söyleme, Kekemelik, Tikler, Masturbasyon.


AYRILMA KORKUSU: Çocuklarda ayrılma kaygısı bozukluğu, çocuğun gelişim dönemine uygunsuz şekilde bakım vereninden (sıklıkla anneden) ayrı kalmaya aşırı hassasiyet göstermesidir. Ayrı kalma durumlarında çocukta ruhsal ve fiziksel belirtiler (çarpıntı, el titremesi, karın ağrısı vb.) ortaya çıkmaktadır. Bozukluk sıklıkla çocukların okulöncesi dönemde okula başlamasıyla ortaya çıkar. Çocuk bu dönemde ebeveyninden ilk defa ayrı kalacaktır. Çocuk kendini yalnız hisseder ve ne yapması gerektiğini bilmez. Bundan dolayı gece yatağında ayrı yatamama, ebeveyn olmadan sosyalleşememe, yemek yeme, üstünü değiştirme gibi otonomi davranışlarında yaşından daha küçük özellikler gösterme gibi özellikler eşlik edebilir. Ayrılma süresi aşamalı olarak gerçekleşebilir.
               Bozukluk çocuğun bireysel özellikleri kadar ailenin yetiştirme tutumlarından da kaynaklanabilmektedir. Özerkliklerine müsaade edilmeyen, aşırı korumacı tutumla yetiştirilen çocuklar, mizaçları da yatkınsa, bozukluk açısından risk altında olurlar. Çocuk okulundan ve arkadaş ortamından geri kalabilir. Tedavi programında bireysel psikoterapi ve aile danışmanlığı yer almaktadır. Ciddi durumlarda kaygı giderici ilaç (trankilizan) tedavileri ile desteklenebilmektedir.
            8 ay ile 1,5 yaş arasındaki bebeklerde görülen ayrılma korkusu, dönemin gelişim özelliklerinden biri olduğundan normaldir ve geçici bir durumdur. 3-5 yaş arası çocuklarda okulöncesi eğitime başlarken, 6 yaş üzeri çocuklarda ilkokula başlarken ve ergenlik döneminin herhangi bir döneminde görülmesi normaldir.


ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

AİLEYE YÖNELİK: Belirsizlikten kaçının, çocuğunuza mutlaka yanından ayrılmadan önce nereye gideceğinizi ve ne zaman döneceğinizi söyleyin. O uyurken, okuldayken vs. onun haberi olmadan gitmeyin. Çocuğunuza döneceğiniz zamanı onun anlayabileceği bir dilde belirtin. Saat kavramını bilmeyen bir çocuk için 1 saate döneceğim demeniz oldukça belirsiz ve soyuttur. Açıklamanız somut olmalıdır. Çocuğunuzun kaygısını anladığınızı belirtin. Kocaman oldun, ağlama, çok ayıp vs. gibi cümleler asla kullanmayın. Çocuğunuz ile kaliteli zaman geçirin, her fırsatta onunla oyunlar oynayın, sohbet edin, onu çok sevdiğinizi söyleyin. Böylece çocuğunuzun size olan ilişkisi ve güveni kuvvetlenecek, ayrılık kaygısını kontrol etmesi daha kolay hale gelecektir. Öğretmen ile koordineli hareket edin. Sorunu ve kaynağını anlamaya çalışın.

ÖĞRETMENE YÖNELİK: Çocuğun yanında olduğunuzu, çocuğun güvende olduğunu mutlaka hissettirin. Çocuğun sorduğu sorulara mutlaka anlayabileceği düzeyde uygun bir dille cevap verin. Çocuğun endişesini anladığınızı ona mutlaka hissettirin. Çocuğun sorduğu sorulara verdiğiniz cevaplar mutlaka somut, anlaşılır ve net olmalıdır. Sorunun kaynağının ne olduğunu anlamaya çalışın. Sizden beklentisini paylaşması için teşvik edin. Çocuğu konuşması için zorlamayın. İlgisini farklı yerlere çekin. Bu problemi başka çocuklarında yaşadığını ona anlatın. Bu çocukta güven duygusu ve merak duygusunu harekete geçirir, çocuk yalnız olmadığını, bunun normal ve geçici bir durum olduğunu anlar. Bu dönemde öğretmen ve aile koordineli olarak hareket etmelidir. Çocuğun bu korkusunu yenmede kat ettiği her aşama sonrası çabası ve başarısı için takdir edin, ödüllendirin. Okul rehberlik servisinden yardım alabilirsiniz. Çocukla fiziksel ve duygusal teması arttırarak okulda kendisini güvende hissetmesini yardımcı olun. Çocuğu başka çocuklar ile kıyaslamayın. Asla kızmayın, bağırmayın, tehdit etmeyin, küçük düşürmeyin. Çocuğun korkusunu naz, yalan söyleme ve şımarıklık olarak algılamayın.  Çocuğu eve göndermek yerine, okulda ilgisini farklı yerlere çekin. Aksi takdirde eve göndermek sorunun kronikleşmesine sebebiyet verir.

25 Nisan 2020 Cumartesi

OKULÖNCESİ EĞİTİM KURUMLARINDA ÜLKELER ARASI FARKLILIKLAR

Bugün bilindiği kadarıyla Batı dünyasında çocuk bakımı ve gelişimi programlarının ortaya çıkışı on sekizinci yüzyıl sanayi devrimine eşlik eden değişimlerde yatar.
Sanayi öncesinin büyük ölçüde kırsal ve tarıma dayalı toplumlarında çocuklar, genellikle parçalanmamış ve geniş aileler içinde bulunurlardı. Bu kırsal kesimdeki çocukların sosyalleşmesi, topluluk değerlerinde genellikle fikir birliği bulunan, göreli olarak sınırlı ve değişmeyen bir dünyada gerçekleşiyordu. 
Kırsal ortam, çocuklara keşfedilecek mekânlar ve uyarıcı bir çevre sağlıyordu. Çocukların bakım sorumluluğu kesin bir şekilde kadınlara aitti ve kadınların işleri, bebeklerini emzirmelerine ve ilk yıllarında onlarla doğrudan ilgilenmelerine olanak sağlıyordu. Geniş aileler vardı ve daha büyük çocuklardan çocuk bakımında yardımcı olmaları bekleniyordu. Gerçekten de çocuklar yetişkinler dünyasına çok çabuk giriyorlardı ve bir anlamda bugün olduğu gibi ayrı bir “çocukluk” dönemleri yoktu. Tıpkı bizim ülkemizde de olduğu gibi kırsal kesimde oldukça zor koşullarda bir yaşam sürüyordu. 
            Sanayileşme ve kentlere göç ile birlikte değerlerde, yaşam koşullarında, aile yapısında ve çalışma düzeninde değişiklikler meydana geldi. Yeni koşullar çalışan annelerin çocuklarının bakım ihtiyacını da beraberinde getirdi. Bu koşullar, aynı zamanda yeni annelik-babalık becerileri ve farklı bir sosyalleşmeyi gerektiriyordu. Eski çocuk bakım ve gelişim alışkanlıkları değişim ortamında yeterli değildi. 
          Farklı düzeydeki çocuklar için farklı programlar geliştirildi ve televizyonun da yayılmasıyla dünya global bir köye dönüştü. 20. yüzyıl boyunca gerçekleşen iletişim devrimiyle bilgiler kırsal bölgelere dahi iletişim araçları sayesinde ulaştı.
           1980’li yıllarda üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda hüküm süren ekonomik sorunlar, ne çeşit olursa olsun eğitim programlarının yaygınlaştırılmasına çok az olanak tanıyordu. Genelde kaçınılmaz hâle gelen ekonomik düzenlemeler, sağlık ve eğitim gibi sosyal sektörlerin aleyhine işledi. Çocukları yaşatmaya yönelik sağlık programlarının vurgulanması yüzünden erken çocukluk yıllarındaki psiko-sosyal gelişimle ilgilenen programlara büyük ölçekli destek yapılmadı. 
         Bu engellere rağmen belirli ülkelerde çocuk bakımı programlarında ve okul öncesi eğitim sektöründe bir büyüme gözlenmiştir. Bazı ülkeler büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir ve yaratıcı, bazen de yaygınlaşmış programlara sayısız örnek geliştirmişlerdir.Ancak dünya geneli düşünüldüğünde durum hâlâ yeterli olmaktan çok uzaktadır. Genel durum kanıtlara dayalı olarak şöyle görülmektedir.

1- Çoğu ülkede erken çocukluk dönemi bakım ve gelişiminin belirgin ve örgütlü programlarla kapsanma durumu hâlâ göreli olarak düşüktür. Bu durum özellikle Sahra’nın güneyindeki ülkeler için geçerlidir. 

2- Birçok proje ve program, yaratıcı ve etkili olsa da “önemli bir biçimde yaygınlaştırılmamış pilot çalışma” veya “yaparak gösterme” faaliyetleri düzeyinde olmayı sürdürmektedir. 

3- Programların, özellikle daha fazla kamusallaşmış programların, dağılımı bir iyileşme gösterse de hala kentlerde uygulanması tercih edilmektedir.

4- Çocuklara üç yaşından önce, özellikle bir ve üçüncü yaşlar arasında ulaşmak, bir savaşım olmaya devam etmektedir. Hem çocukların, hem de çalışan annelerin ihtiyaçlarını dikkate alan gündüz bakım evleri, hem yaygınlık hem de nitelik açısından çok düşük düzeyde kalmaya devam etmektedir.

5- Anne-babalara destek ve eğitim sağlayan programlar özellikle erken gelişimin psiko-sosyal ögeleriyle ilgili olarak-bazı ülkelerde belirgin bir biçimde artmışsa da bazı ülkelerde nerdeyse hiç bulunmamaktadır. Ayrıca, bu programlarda bilgiyi yeniden oluşturmak ve genişletmek yerine empoze etme eğilimi hâkimdir.

6- Birçok “gönüllü” program, ilk heyecan noktasını geçmiş ve programları başlatmak için son derece önemli olan gönüllü ruhu zayıflamıştır. Bu programlar, hala kamudan maddî destek görme hususunda hak sahibi olarak kabul edilmemektedir ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.

7- Çoğu kez programların niteliği düşüktür ve dolayısıyla çocuklar üzerindeki etkileri de en düşük düzeydedir. Bazı başarılara ve artan bilince karşın hâlâ çocuğa bütünleşmiş ilgi ile çocuk gelişimi programlarındaki ögeleri bir araya getirmek, bir mücadele gerektirmektedir. 

Bu noktalar, alanın önemli ölçüde büyüdüğünü, ancak, hâlâ çok kırılgan bir yapıda olduğu ve hem kazanılanları korumak, hem de belli başlı boşlukları doldurmak için daha çok ilgiye muhtaç bulunduğu sonucunu açıklamaya yardımcı olabilir. 

Farklı Ülkelerde Okul Öncesi Eğitim
Üçüncü dünya ülkelerinde çocuk bakım ve gelişiminin ayrıntılı ve kapsamlı bir tarifini yapmak olanaksızdır. Bunun en az iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi, çocuk bakımının önemli bir bölümü o kadar örgün değildir ve herhangi bir istatistikte yer almaz. İkincisi ise, çocuk bakımı, sadece bakım ve gelişimle ilgili ulusal ve uluslar arası kuruluşların dikkatinden kaçmakla kalmaz, ayrıca, üretken bir faaliyet olarak ulusal ekonomik hesaplamalarda da görünmez. Daha örgütlü programlar arasında bile çeşitlilik o kadar fazladır ki hiçbir istatistik, alanı tam olarak aktaramaz. 
    Alanı layıkıyla kapsamak için sadece işler halde olan merkezlerin sayısı hakkında bilgilerin değil, aynı zamanda ev ziyaretleri, anne-baba eğitim programları, kadınların gelir elde etme projeleri çerçevesindeki çocuk bakımı, toplumdaki bakım ve gelişim programları ve özürlü çocuklar için programlar hakkında bilgilerin de dahil edilmesi gerekir. Ayrıca, eğer gelişimde gerçekten bütüncül bir yaklaşım söz konusu ise, bütün sağlık ve beslenme, erken bakım ve eğitim programları da kapsanmalıdır. Topluluk, bölge ve ulus düzeyinde çalışan çeşitli kamu ve özel kuruluşların kalkınmanın farklı yönlerini vurgulayan programlardan sorumlu olduklarını düşünürsek bu iş gerçekten çok zor bir hâle gelir. 
      Örneğin Brezilya’nın Sao Paulo Metropolitan alanında başlıca dört programı, federal hükümet, altı**programı eyalet ve üç programı da belediye yürütmektedir. Bu on üç farklı kamu kuruluşunun her biri oldukça farklı modellerle çalışmaktadır. 0-6 yaş için “tam bir kreş”,2-6 yaş için “tam bir anaokulu”, 5-6 yaş için “ana sınıfı” yine 2-6 yaş için tam bir anaokulunun daha az yaygın bir şekli olan “acil durum anaokulu” ve 0-6 yaşlar için “acil durum kreşleri” bulunmaktadır. Bunlara ek olarak “bebek parkları” ve özel işletmelerde örgütlenen ve 0-6 yaşlar için olan “çocuk bakımı merkezleri” vardır. Öğretmenler için ulusal bir müfredat yoktur. Öğretmenler okul öncesi uzmanlığı için bir yıllık ek eğitim alırlar.
         UNESCO’nun periyodik olarak yayınlanan eğitim istatistiklerinde okul öncesi eğitim ile ilgili bilgi bulunmaktadır. Ancak bu rakamlar her zaman örgün eğitimde olmayan programları kapsamamaktadır. Bu nedenle UNESCO rakamları sadece bir zemin sağlamakta veya erken çocukluk dönemi eğitim programlarının kapsamı hakkında asgarî bir fikir vermektedir.
İstatistiklerin içerdiği programlar ülkeden ülkeye çok fazla farklılık gösterdiği için ülkeler arasında sağlıklı bir karşılaştırma yapmak imkânsızdır. Örneğin, Fas’ta okul öncesi Kur’an okulları, Kenya’da topluluk okulları ve Nijerya’da seçkinler için örgün anaokulları vardır. 
        1979’da Uluslararası Çocuk Yılı ile başlayan gelişim 1989’da Birleşmiş Milletlerin Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalaması ile giderek hız kazanmıştır. Savaşı yaşayan Angola, İran ve Lübnan’da bir büyüme sağlanamamış, diğer birçok ülkede bu eğitim programlarına katılan çocukların sayısı gittikçe artmıştır. Örneğin Burkina Faso ve Dominik Cumhuriyeti’nde 5 kat, Umman’da 6 kat, Brezilya’da 2 kat, Tayland’da ise neredeyse 3 kat bir sıçrama görülmüştür. Endonezya, Çin ve Hindistan gibi en kalabalık ülkelerde oldukça düşük oranlarda okullaşmanın olduğu görülürken Bangladeş, Pakistan ve Nijerya’dan veri sağlanamamıştır. 
          Bu istatistikler okula kaydolan çocuklar arasında kızların yüzdesinin % 45 veya daha yukarı olduğunu söylemektedir. Bu, okul öncesi programlarının olası bir eşitleyici etkisi olduğunu göstermektedir. 
Bunun yanı sıra üçüncü dünya ülkelerinde hâlen okullaşma oranının düşüklüğü ve birçok yerde kentler lehine bir yanlılık olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca bildirilen programların yarıdan fazlasının ücretli programlar olduğu da görülmektedir. 
Asya Kıtasında;
Çin’de 3-6 yaşlar için okullaşma oranı 1988’de % 24’e,
Sri Lanka’da 0-5 yaşlar için okullaşma oranı % 15’e,
Filipinler’de 0-5 yaşlar için okullaşma oranı % 15’e,
Filipinler’de 0-5 yaşlar için okullaşma oranı %24’e, 
Vietnam’da 0-3 yaşlar için okullaşma oranı % 30’a
Vietnam’da 3-6 yaşlar için okullaşma oranı % 35’e ,
Hindistan’da okullaşma oranı % 35’e,
Laos’ta**ise 4-6 yaşlar için okullaşma oranı % 4’e ulaşmıştır. 

Afrika Kıtasında; Kenya’da 3-5 yaşlar için okullaşma oranı % 20,
Benin’de 3-5 yaşlar için okullaşma oranı % 1,
Botswana’da 2,5-6 yaşlar için okullaşma oranı % 2,6 dır.

Genel olarak Latin Amerika ve Asya ülkelerinin örgütlü programlar bakımından Afrika ülkelerine göre daha büyük ilerleme kaydettikleri görülmektedir. Bu sonuçlardan ayrıca erken çocukluk dönemi bakım ve gelişimine yeterli önceliği vermek veya önemli bir program veya programlar dizisi başlatmak için bir ülkenin zengin olması veya büyüyen bir ekonomiye sahip olması gerekmediği de açıkça görülmektedir. 
      UNICEF ve UNESCO raporlarından hükûmetlerin, sivil toplum örgütleri ve uluslar arası kuruluşların bakım ve gelişimin örgütlenmesi ve desteklenmesine ne düzeyde yardımcı oldukları konusunda açık bir bilgi edinilememiştir. Anne-baba ve yetişkin eğitimi programlarına ilişkin de çok az bilgi bulunmaktadır. (Myers, 1996). 
        Diğer bazı kaynaklar incelendiğinde bazı ülkelerde okul öncesi eğitimin durumu konusunda aşağıdaki bilgiler derlenmiştir: 
İsrail’de zorunlu eğitim yaşı 5-16’dır. 3-4 yaşları arasındaki çocukların % 90’ından fazlası okul öncesi eğitimden yararlanmaktadır. Ülkede kreş ve gündüz bakımevleri, anaokulları ve Kibbutz’lardaki anaokulları olmak üzere 3 farklı yapıda okul öncesi eğitim kurumu bulunmaktadır. 
            Norveç’te ilk gündüz bakımevi 1837 yılında kurulmuştur. Günümüzde farklı sosyo-ekonomik düzeydeki aileler için 3 farklı yapıda (farklı sürelerle açıklar, sadece bakım veya hem bakım hem eğitim amaçlı olabilmektedirler) gündüz bakım kurumları vardır. Bu kurumlar Çocuk ve Aile İşleri Bakanlığına bağlıdır. Çocukları yaşama hazırlayıcı oyunlar, serbest yaratıcı faaliyetler ön plandadır. Kurumlar kendi kendilerini değerlendirmek zorundadır. Formal bir denetleme ve değerlendirme yoktur. Ayrıca bu kurumlar yerel sanat, sosyal ve spor kuruluşları ile işbirliği hâlindedir. 
Kanada’da çocukların yarısından fazlası bu eğitimi almaktadır. Bu kurumlar sosyal hizmetlere ya da bölgesel bakanlıklara bağlı olarak çalışmaktadır. 
        Hükûmet düşük gelirli ailelere çocuklarını bu kurumlara verebilmeleri için maddî destek sağlamaktadır. Bu ülkede dört tip kurum vardır. Tipik kreş ve gündüz bakımevi, ailede günlük bakım, tam günlük anaokulu ve lisanslı aile günlük bakımı. Ayrıca çift dile sahip çocuklar için de özel programlar düzenlenmektedir. 
Japonya’da gelenek ve göreneklerine uygun karakter eğitimine önem veren anaokulları savaş öncesinde açılmıştır. Özel grup, dernek veya yerel yönetimler de kurum açabilmektedir. Anaokulları devletin ya da yerel yönetimlerin doğrudan kontrolü altındadır. İki farklı eğitim kurumu vardır. 3-6 yaş arasındaki çocukları ilkokula hazırlamayı amaçlayan genellikle özel ve yarım günlük kurumlar ve hükûmet destekli olan tam günlük kurumlar. Çocukların % 90’ından fazlası ilkokula gitmeden önce bu programlardan birine gitmektedirler. 
          Avusturya’da 3-5 yaşlarındaki çocukların % 32’si yarım günlük okul öncesi eğitim kurumuna, % 20’si ise çocuk bakım merkezlerine gitmektedir. Anaokulları 1820’den itibaren görülmeye başlanmış ve Montessori, Pestalozzi ve Frobel’in fikirlerinden etkilenerek programlar oluşturulmuştur. Bu eğitim zorunlu değildir, okuma-yazma çalışmaları, konuşma, çevre, aritmetik, müzik, sanat, beden eğitimi ve trafik eğitimine önem verilmektedir. 6 yaş zorunlu okula başlama yaşıdır. Her sınıfta bir öğretmen ve bir de yardımcı bulunur. Öğretmenler önlisans mezunu olmak zorundadırlar, tam gün ve haftada 40 saat çalışmaktadırlar. Her sınıfta 25-28 çocuk olabilmekte, sınıflar aynı yaş ve karma yaş gruplarından oluşmaktadır. 
         İsviçre 26 karton-bölgeye ayrılmış olduğu ve her karton özerk bir şekilde yönetildiği için ulusal bir aile eğitimi politikası yoktur. Her karton kendi ihtiyacını belirleyip ona göre politikasına yön vermektedir. İsviçre’de annelerin % 74’ü çalışmaktadır ve büyük çoğunlukla yarı zamanlı olarak çalıştıkları için okul öncesi çocukların da büyük çoğunluğu yarım günlük okullara gitmektedir. Çocuk bakımı özel organizasyonlarca yürütülmektedir ancak hâlâ nicelik nitelikten önce gelmektedir. 
          Kore’de anaokulları (3-5 y.) Eğitim Bakanlığı’na; gündüz bakım merkezleri (0-6 y.) ise Sağlık ve Refah Bakanlığı’na bağlı olarak çalışmaktadır. 
             Ana okulları 4, 6 ve 8 saatlik programlarla 3 farklı hizmet verirken gündüz bakım merkezleri 12 saat hizmet vermektedir. 3 ve 4 yaşların anaokuluna gitme oranı % 16,2 iken beş yaşların oranı % 42,8’e ulaşmıştır. Anaokullarının çok büyük çoğunluğu özeldir. Anaokulu öğretmenlerinin 4 yıllık üniversite, 2 yıllık kolej veya ulusal açık üniversite mezunu olmaları gerekmektedir. Şu anda büyük çoğunluğu 2 yıllık kolej mezunudurlar. Okuldaki kıdemleri başkan, başkan yardımcısı, öğretmen (3 düzey) olmak üzere beş ayrı aşamada düzenlenmiştir. 
     Her aşamadan yükselebilmek için alınması gereken hizmet içi eğitim sertifikaları vardır. Gündüz bakım merkezlerinde çalışacak kişiler için de iki ayrı düzey vardır. 2. Düzeyde, lise mezunu olmak ve sağlık ve refah bakanlığının öngördüğü 1000 saatlik kursu almak gerekirken 1.Düzeyde erken çocukluk eğitimi veya sağlığı konusunda 2 yıllık koleji bitirmeleri gerekmektedir. 
         Çin Halk Cumhuriyeti, nüfusu çok yüksek bir ülke olduğu için 0-6 yaş arasındaki çocukların sayısı da 200 milyon civarındadır. Ancak % 20-25’i okul öncesi eğitime devam edebilmektedir. Bu oran kentlerde % 60-70 olurken kırsal kesimde % 20-30 oranındadır. Bu ülkede okul öncesi eğitim hizmeti veren üç tür kurum bulunmaktadır. Yuva, anaokulu ve anasınıfı. Bunlar hükûmet, enstitüler veya özel sektör tarafından yönetilmektedir. Genellikle yarım gün hizmet veren anasınıfları ilkokullara bağlıdır ve bilgiyi ön planda tutan akademik amaçlı okul öncesi eğitim kurumlarıdır. Öğretmenler öğretmen okullarından yetişmektedirler. Bu ülkedeki okul öncesi eğitim kurumlarında ahlâk eğitimi ve aile eğitiminin önemli bir yeri vardır. 
          Hong Kong’da devletin özel idarî bölümünün eğitim dairesi okul öncesi eğitim kurumlarının genel eğitsel kalitesinden sorumluyken sosyal refah dairesi bu kurumların devlet standardına uyma durumunu denetlemektedir. Okul öncesi eğitim kurumları kreş (0-2 y.) ve gündüz bakımevi (2-6 y.) diye ikiye ayrılmaktadır. Ayrıca 3-6 yaş arasındaki çocuklar Hong Kong’taki anaokullarına devam edebilmektedirler. Bunun yanı sıra birkaç uluslar arası okul da vardır. Öğretmenlerden biri başöğretmen diğerleri yardımcı öğretmen olarak çalışmaktadır. Baş öğretmen olmak için bir yıllık yarı zamanlı bir eğitim programından geçmek gerekmektedir. Hong Kong’taki yer darlığından dolayı okulların çoğunluğu ikili eğitim yapmakta ve dolayısıyla öğretmenlerin çoğu da günde iki ayrı grupla çalışmaktadır.
             Yeni Zelanda da anaokulları, yerli halkın dili ve kültürünün eğitiminin verildiği merkezler, oyun merkezleri, çocuk bakım merkezleri, Pasifik adaları erken çocukluk eğitimi merkezleri, ev temelli servisler, toplum oyun grupları ve hastanelerdeki oyun odaları gibi eğitim kurum veya ortamları vardır. Beş yaşın altındaki çocukların yaklaşık % 56’sı bu eğitime katılmaktadır. 
             3-5 yaşlarındaki çocukların gittiği anaokullarında daha küçük olanlar haftanın üç günü öğleden sonra okulda olurken daha büyükler haftada beş sabah da okula gelirler. Bütün öğretmenlerin diplomalarını almış olması gereklidir. Aile katılımı çalışmaları için okullar cesaretlendirilmektedir. Her anaokulunun kendi ebeveyn birliği/komisyonu vardır fakat yönetim sorumluluğu ulusal birliğe bağlı olan bölgesel anaokulları organizasyonundadır. 
            Filipinler, Eğitim Kültür ve Spor Bakanlığı geliştirdiği politikalarla resmî ilköğretim okullarının ebeveyn-öğretmen birliklerinin de desteğiyle 5-6 yaş için okul öncesi sınıfları amaçlarını cesaretlendirmektedir. 2000 yılı itibarıyla 3183 özel anaokulunda 269.273 çocuk; 5464 resmî anaokulunda ise 256174 çocuk kayıtlıdır. Özel ve resmî anaokullarının yanı sıra din eğitimi veren, hıristiyan aile yaşamını, öğreten okullar, öğretmen enstitülerine bağlı uygulama anaokulları ve Montessori okulları bulunmaktadır. 
Almanya’da anaokulları 1840’lı yıllarda görülmeye başlanmış, gerçek bir okul öncesi eğitim anlayışı ise Frobel ile birlikte yaygınlaşmıştır. 6 yaşla birlikte zorunlu eğitim başlamaktadır. Oyun ile eğitimin öneminin vurgulandığı bu ülkenin batısında okullaşma oranı % 73, doğusunda ise % 96’dır. Doğu Almanya ile Batı Almanya birleştikten sonra doğudaki merkeziyetçi sistemin yerini batı sistemi almıştır. Kurumlar günlük bakımevleri (0-3 y.), anaokulları (3-6 y.), tam gün anaokulları (0-12 y.), 5 yaş grubu çocuklar için ilkokullar içindeki anasınıfları, aile bakım merkezleri (0-3 y.) ve engelli çocuklar için özel anaokulları şeklinde gruplandırılmaktadır. Öğretmenler meslekî yüksekokulu veya üniversite mezunudurlar.
           Belçika’da da zorunlu okula başlama yaşı 6’dır. Öğretmenler meslekî yüksek eğitim enstitüsünden mezun olmak zorundadırlar. Okul öncesi dönemdeki çocukların okullaşma oranı yaklaşık % 95’tir. Belçika federal bir devlet olduğu için eğitim sisteminde devlet, bölge, komün ve Katolik kilisesi tarafından desteklenen kurumlar vardır. Anaokulları parasızdır ve isteğe bağlıdır. Sınıflar genellikle yaş gruplarına göre ayrılır.
         İngiltere’de okul öncesi eğitim hizmeti, resmî kurumlar, gönüllü kuruluşlar ve özel sektör tarafından verilir. Resmî kurumlara bağlı okul öncesi eğitim kurumları ücretsizdir. Diğerlerinde ise verilen hizmete ve ailenin durumuna göre ücret alınır. Bu kurumlar çok çeşitli yapılarda oluşmuştur. Anaokulları, ana sınıfları gündüz bakımevleri, oyun grupları, birleşik okul öncesi merkezleri, aile merkezleri, bebek ve ebeveyn klüpleri gibi. İngiltere, oyuncak kütüphanelerinin en yaygın olduğu ülkedir. İngiltere de zorunlu okula başlama yaşı 5’tir. Öğretmenler dört yıllık üniversite veya yüksekokul mezunudur. 3-5 yaş arası okullaşma oranı % 53’tür. 
Hindistan’da okul öncesi eğitim, devlet ve gönüllü sektör tarafından günlük bakım, kreş ve anaokulları ile gezici kreşler aracılığıyla gerçekleştirilir. Ancak şehirlerin yoksul varoşlarında yaşayan, tarım ve ev işlerinde çalışmak zorunda kalan, kırsal kesimde yaşayan, geçici mevsimlik işçilerin çocuğu olan küçük çocuklar bu eğitimden yeterince yararlanamamaktadır. Üst sınıflara hizmet eden kurumlar dışındaki özel okul öncesi eğitim kurumlarında çocuğun anadili kullanılır. 
           Amerika’da ulusal bir müfredat programı olmadığı için genel amaçlar belirlenmiştir. Her eyalet kendi sistemini oluşturmuştur. Küçük çocukların eğitimi ile ilgili vakıf veya birliklerin geliştirdiği programlar kullanılmaktadır ( NAEYC gibi ).
             Danimarka’da 0-10 yaşlarında çocuğu olan annelerin % 76’sı ev dışında çalıştığı için ülkede aile ve çocukların yararına kanunlar çıkarılmış ve imkânlar sağlanmıştır. Yerel yönetimler çocuk bakımını sağlamak, yürütmek ve kontrol etmekle yükümlüdürler. Tam gün anaokulları farklı yaş grupları için merkezler, okul sonrası programlar ve gündüz bakımevleri vardır. Zorunlu okula başlama yaşı 6’dır. 3-6 yaş arası okullaşma oranı ise yaklaşık % 100’dür. Öğretmenlerin meslekî yüksek eğitim enstitüsünü bitirmeleri gerekmektedir.
          Finlandiya’da da zorunlu okula başlama yaşı 7’dir. Öğretmenlerin üniversite mezunu olması gerekmektedir. 3-6 yaş arası okullaşma oranı % 63’tür. Merkezî, bölgesel ve yerel yönetimler eğitim çalışmalarını yönetir. 
          Gündüz bakımevlerinden Sosyal Hizmetler ve Sağlık Bakanlığı ile Ulusal Sosyal Yardım Kurulu; İlkokullar bölgesindekiokul öncesi eğitimden ise Eğitim Bakanlığı ve Ulusal Genel Eğitim Kurulu sorumludur. 
          Fransa’da zorunlu okula başlama yaşı 6’dır. Beş yaşındaki çocukların % 100’ü okula giderken, 3 yaşın altındakiler için bu oran % 20’dir. Öğretmenler üniversite mezunu olmak zorundadırlar. Bu ülkede okul öncesi eğitimin asıl amacı yetersiz koşullarda bulunan ve annesi çalışan çocukların ilkokula hazırlanmalarına yardımcı olmak olduğu kadar, özel eğitim gerektiren çocukların erken teşhis ve tedavisini de sağlayabilmektir. 
          İtalya’da 1827’lerde ilk çocuk bakım merkezinin kurulmasıyla başlayan eğitim çalışmaları, çıkarılan ve düzenlenen yasalarla tüm çocukların eğitilmeleri gerektiği vurgulanarak devam etmiştir. Zorunlu eğitim yaşı 6’dır. 6 ay -3 yaş arası çocuklar çocuk bakım merkezlerine, 3-6 yaş arası çocuklar ise anaokullarına verilmektedir. Agazzi, Montessori ve Reggio Emilio okulları açılmış, İtalyan kültürünü yansıtan, sanat ve estetik konuları ile çevreye önem veren Reggio Emilio okulları daha çok yaygınlaşmıştır. Oyuncak kütüphaneleri de hızlı bir gelişim göstererek yaygınlaşmıştır. Öğretmenler üniversite mezunu olmak zorundadırlar. Devlet okullarında çalışanların iki yılda bir sınavdan geçmeleri gerekmektedir. 3-6 yaş arası okullaşma oranı % 92’dir. 
İsveç’de okula başlama yaşı 7’dir. 3-6 yaşta okullaşma oranı ise yaklaşık % 100’dür. Belediyeler, özel sektör, kooperatif ve aile birlikleri okul öncesi eğitim kurumu açabilmektedirler. İsveç’te de Danimarka’da da bu dönemde okuma-yazma ve matematik öğretilmemektedir. Dil gelişimine çok önem verilen bu ülkede erken çocukluk eğitimi yaklaşımı benimsendiği için öğretmenler hem**okul öncesi , hem de ilköğretim birinci kademede öğretmenlik yapabilecek şekilde öğrenim görmektedirler. 
           Yunanistan’da zorunlu okula başlama yaşı 6’dır. 3-6 yaş arasında okullaşma oranının % 64 olduğu bu ülkede öğretmenlerin Meslek Yüksek Eğitim Enstitüsünden mezun olmaları gerekmektedir. Okul öncesi eğitim kurumlarının sayısı yeterli değildir. 
          Portekiz’de zorunlu okula başlama yaşı 6, 3-6 yaş arası okullaşma oranı ise yaklaşık % 40’dır. Öğretmenlerin Meslek Yüksek Eğitim Enstitüsü mezunu olmaları gereken bu ülkede çok çeşitli kurumlar açılmış- gündüz bakım evleri, ana okulları, farklı projeler gibi- daha**sonra eğitimin diğer kademeleri ile de paralelleşerek daha merkezî bir yönetim sistemi kazanmıştır. 
           İspanya’da zorunlu okula başlama yaşı 6’dır. 4-5 yaşları için okullaşma oranı % 90, 5 yaş için % 100 , 3 yaş için ise yaklaşık % 55’dir. Öğretmenler üniversite mezunu olmak zorundadır. 0-3 yaşındaki çocukların gittiği okullara çocuk bahçesi, 4-5 yaşındaki çocukların gittiği okullara ise anaokulu denmektedir. Bu kurumların sorumluluğu Eğitim Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Ulusal Sosyal Yardım Enstitüsü, Belediyeler ve özel kuruluşlar gibi çeşitli kuruluşların üzerindedir. 
             İrlanda’da da zorunlu okula başlama yaşı 6’dır. 4-5 yaşlar ilkokulların bünyesindeki anaokullarına devam etmektedirler. Bu okullar ilkokul müdürünün sorumluluğu altındadır. 5 yaş grubu çocuklarda okullaşma oranı % 100 iken, 4 yaş için bu oran % 50’ye düşmektedir. Öğretmenlerin üniversite mezunu olmaları gerekmektedir. 
      UNICEF’in 2004 yılı Dünya Çocuklarının Durumu Raporu’na göre okul öncesinde eğitim almak kız çocuklara erkeklerden görece daha fazla yararlı olmaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, okul öncesi eğitim, aile içi ilişkilerin ve ardından da toplumsal cinsiyet kalıplarının sorgulanabileceği ilk noktadır. 
          Yapılan araştırmalar, ev dışı uygun bir bakımın çocuğun okula hazırlanması açısından özellikle önemli olabileceğini göstermektedir. 
   Nepal’de çocuklarla ilgili olarak yakınlarda yapılan bir araştırma, yaygın okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden çocukların % 90’ının ilkokula başladığını, buna karşılık okul öncesi eğitim kurumlarına gitmeyenler arasında bu oranın % 70’e düştüğünü göstermiştir. Belki de daha çarpıcı olan şudur: İkinci gruptakilere bakıldığında birinci gruptakilerin yüzde 80’i okullarına devam ederken, diğer gruptan olup okuluna devam edenlerin oranı ancak % 40’tır. 
          Çocuklarımızın erken yaşlarda doğru eğitimi alabilmeleri için yapmamız gereken, sivil bir birey, özel sektör veya kamuda çalışan bir yurttaş olarak elimizden gelenin en iyisini yapmak üzere harekete geçmektir.


DOWN SENDROMU NEDİR? BELİRTİLERİ NELERDİR?

DOWN SENDROMU NEDİR? Down sendromu genetik bir rahatsızlıktır. Sağlıklı insanlarda 2 tanesi eşey  kromozomu (XX veya XY) olmak üzere toplamd...

POPÜLER YAYINLAR