25 Nisan 2020 Cumartesi

Okulöncesi Eğitim Fikri

1) BATI DÜNYASINDA ;
Okul öncesi eğitimin tarihi gelişimine bakıldığında geçmişten günümüze çeşitli aşamalardan geçerek geldiği görülmektedir. Eski çağlarda okul öncesi dönemdeki çocukların eğitimleri daha çok bakım ve koruma amacı güderken, günümüzde bu durum değişmiştir.
                Günümüzde, okul öncesi dönemdeki çocuğun sadece bakımı değil, tüm gelişim alanlarını destekleyen bir eğitimin önemi kavranmış ve bu yönde uygulamalar yaygınlaşmış durumdadır. Antik Çağ’da çocuk eğitiminin merkezi aile idi. Çocuk yedi yaşına gelmeden eğitime başlanmazdı. 17 Çocuklar ilk olarak anneleri tarafından yetiştirilir, hali vakti yerinde olan ailelerde çocuklarına bakmaları için dadı tutarlardı.
                Bu dönemlerde genellikle durumları iyi olan ailelerin yanlarında köleler vardı. Çocukla aynı cinsiyetteki köleler çocuklara çok kibar ve nazik davranırlardı. Bu yaşlardaki çocuklar sosyal yaşamla tanıştırılır, ahlak ve terbiye eğitimi verilirdi. Bu yaşlardaki çocukların eğitimleri, kendi kültür ve dillerini öğretmek eğilimliydi.
             18 Antik Çağ’da çocukların yetişmesine ebeveynler ve dadıların yanı sıra; özel öğretmenler, doktorlar, öğretmenler, antrenörler, askeri eğitimciler katkıda bulunurlardı. Antik Çağ’da birçok kanunda çocukların yetiştirilme şekillerini düzenleyen tedbirler alınmıştır.19 Plato (M.Ö.427-347), bireyin yetişkinlikteki mesleki yetenekleri ve uyumu konusunda erken çocukluk yıllarındaki eğitimin önemini belirtmiştir.
            Plato, “Cumhuriyet” adlı yapıtında bireysel ayrılıklara değinmiş ve her çocuğun kendine özgü yeteneklerini keşfetmek için yapılması gereken işlemleri tartışmıştır.20 Plato erken yaşlardaki eğitimin önemine dikkat çekmiştir. Aristo (384-322), çocukların yetiştirilmesinde nelere dikkat edilmesi konusunu, onlara ilk zamanlar hangi gıdaların iyi geleceğini ve banyonun çocuklara faydalı olacağını vurgulamıştır.
            Çocuklara ilk zamanlar yaptırılacak her türlü hareketin onlar için faydalı olduğunu belirtmiştir. İlk çocukluk çağlarında çocuklardan iş yapmalarının istenmemesi gerektiğini, çocuklara yaptırılan işlerin onun gelişimini engelleyebileceğini vurgulamıştır. Çocuklara iş yerine eğlendirici etkinliklerin yaptırılabileceğini söylemiştir. Aristo, çocukların yetişmesinde hükümetlerinde bazı görevler yüklenmesi gerektiğini belirterek şöyle bir ifadede bulunmuştur.
                “Eğitim bakanları denilen hükümet memurları çocuklara söylenecek hikâye ve masalları tenkitten geçirmelidir. Çünkü bütün bunlar çocukları daha sonraki hayata hazırlayacaktır. Oyunlar daha ziyade hayatlarında daha sonra ciddiyetini yapacakları işlerin birer taklidi olmalıdır. Kanunlarda olduğu gibi, çocukların ağlamalarına ve bağırmalarına mani olmak isteyenler hata ediyorlar; çünkü ağlamak ve bağırmak çocuğun büyümesine yardım eder ve bir bakıma da vücutları üzerinde şiddetli hareketlerde nefesin tutulmasında olduğu gibi, bir tesiri vardır.
              Eğitim bakanlarının, diğer ödevlerinden başka, çocukların büyümesine bakmalarına, çocukların kölelerle bir arada mümkün olduğu kadar az bulun durulmasına dikkat etmeleri lazımdır.”
              Aristo, 5-7 yaşlar arasındaki çocukların, daha sonra öğrenecekleri şeylerin birer seyircisi olarak izlemelerini gerekli görmüştür.22 Antik roma devri düşünürlerinden olan Seneca (M.Ö.4-M.S.65), zihinsel eğitime çok erken yaşlarda başlanmasını, zihnin çalışarak hem paslanmayacağını hem de çok çalışmaktan yıpranmayacağını savunur.
           Romalı Marcus Fabius Qintilianus (M.S.35-96), okul yaşamında bedensel cezaya karşı çıkmış ve eğitimin yedi yaşından önce başlatılmasının uygun olacağını savunmuştur. Eğitimin çocuğun gelişimine uygun olarak oyun içerisinde verilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
          Rönesans Almaya’sında Erasmus (1467-1536), eğitimin özel öğretmenler yoluyla değil, kamu kuruluşu olan okulda herkes için ortak yapılmasını ister. Erasmus, dil öğretimine erken başlatılmalı der ve dayağı reddeder. Çocuk üzerinde uygulanacak pedagojik tedbirlerin elden geldiğince çabuk başlanmasını ister.
            Bu dönmelerde, hızlı nüfus artışı, kasabaların sayısının artması, ekonomik, sosyal, politik ve dinsel değişiklikler; yeni kıtaların keşfi yaşama yeni boyutlar getirmiştir. Rönesans ve reform hareketleri, kilisenin gücünü azaltmış, halk kitlelerine, yaşam koşullarını düzeltmek için yeni fırsatlar hazırlamıştır. Aile birimi küçülmüş, çocuk giderek aile içinde ilgileri üzerine toplayan önemli bir varlık olarak görülmeye başlamıştır.
          On beşinci yüzyılda, İtalyan Vittorino da Feltre, Mantua’da bugünün anaokuluna oldukça benzeyen bir okul kurmuştur. Bu okulda bol bol fiziksel faaliyetler yapılmaktadır. Çalışma saatleri arasına oyun saatleri konularak çocukların sıkılması yorulmasını engellenmesi düşünülmüştür.
         John A. Comenius (1592-1670), zamanın yaşam standartlarını yükseltmek için, tüm çocukların (kız-erkek, zengin-fakir) küçük yaşlardan başlayarak eğitilmesi gerektiğini savunmaktadır.27 Comenius, çocukların bireysel özelliklerinin dikkate alınmasını ve duyularının geliştirilmesini vurgulamaktadır.
           Comenius, erken çocuklukta en iyi öğrenmenin duyular yoluyla olduğunu söyler ve ilk çocukluk yıllarında somut ve duyulara dayalı bir eğitimin gerekliliğine inanır. “Büyük Didaktika” adlı eserinde eğitimle ilgili görüşlerini açıklayan Comenious, “Resimlerle Dünya (Orbis Picturs)” adlı eseri ile ilk resimli çocuk kitabını yazan ve nesne ile resmin yan yana getirilerek öğretilmesini gerçekleştiren kişidir.
         Altı yaşından küçük çocukların evde anneleriyle bulunmalarının ve ailenin çocuk eğitimindeki rolünün önemi üzerinde duran Comenius, çocuğa erken yaşlarda somut bir şekilde ve nesneler gösterilerek öğretim yapılmasını önermektedir.
       John Locke (1632-1704), eğitimin çocuklara ilk yaşlarda oyun şeklinde verilmesi taraftarıdır. Eğitimin entelektüel yanı kadar fiziksel ve moral yanlarının da önemle üzerinde durulsun der.29 Locke, “Eğitim Üzerine Bazı Düşünceler” adlı yapıtında, bireyin çocukluk yıllarında, yakın ve uzak çevre etkileri altında şekillendiğini, eğitimde dayağın sakıncalarını ve örnek davranışların boş bir levhaya benzettiği çocuk üzerindeki etkilerini vurgulamıştır. Locke, çocukların geleneksel öğretim tarzında olduğu gibi karmaşık kurallar ve emirlerin yükü altında ezilmelerinin önlenmesini talep eder.
       J.J.Rousseau (1712- 1778), 18. yüzyılın Fransa’sında yaşamış, reformcu bir düşünürdür. Rousseau, yaşamı boyunca, yönetsel, dinsel ve toplumsal baskılara karşı, çocuğun hak ve özgürlüklerini savunmuştur. Rousseau, “Yaratıcının elinden çıkan her şey mükemmeldir, ancak insan elinde bozulur. İnsan doğanın dengesini bozar. Bir fidandan başka bir ağacın meyvelerini elde etmek için çalışır”31 diyerek doğallığın önemini vurgular.
             Eğitimde sert ve olumsuz tutumlarla çocuğun iç eğilim ve yeteneklerinin yok edilmesi yerine, çocuğun doğasında var olan gelişimsel güçlerin, özgürlük ortamında canlandırılması gerektiğini söyler. Yaşamın ilk yıllarını, bireyin gelişimine etki eden kritik dönem olarak gören Rousseau, fiziksel etkinliklerde özgürlüğü savunmuş, çeşitli araç ve gereç aracılığıyla, yaparak yaşayarak öğrenme yöntemini, eğitimin temel fonksiyonu olarak ileri sürmüştür.
          Çocuk gelişiminin Avrupa’da ilk öncüleri arasında sosyal reformcular ve tıp doktorları yer almaktadır. Bir tıp doktoru olan James William Codagan annelere dönük, çocuk temizliği, beslenmesi, bakımı ile ilgili bilgiler veren çalışmalar yapmıştır.33 Alman Protestan köy papazı Johann Friedrich Oberlin kadın işçilerin çocukları için Alsace’ın Waldbach köyünde, 1799’da evini açmış ve hizmetçisi Loise Scheppler’in yardımıyla bu çocukları barındırmıştır. Bu evde çocukların büyük olanlarına örgü öğretilir ve tüm çocuklara hikâyeler anlatılırdı. 19. yüzyılın İsviçre’li eğitimcisi Johann H. Pestalozzi (1742-1827), insanlar arasındaki toplumsal farklılıklardan ileri gelen farklı eğitimin kaldırılmasını istemiştir. Sosyal sorunların ancak yeni bir eğitim düzeniyle çözülebileceğini düşünen Pestalozzi, kırsal bölgelerde yoksul halk çocukları için, doğrudan deneyime ve el becerilerine dayalı okullar açmıştır. Pestalozzi’ye göre eğitim, genel ve şematik bir eğitim değil, ferdi ve somut bir eğitim olmalıdır.35 Pestalozzi’nin çalışmalarının merkezini hayatının başlangıcından itibaren giriştiği sosyal reformlar teşkil eder. O, refah içinde yaşayan bir toplum yaratma emelini gütmüştür. Pestalozzi, refah içerisinde olan bir toplumun doğuştan iyi olarak getirdiği özelliklerini hür bir şekilde geliştirme zevkine tadacaklarını ileri sürer.
           Pestalozzi için eğitimde önemli olan şey, çocuklara belirli bilgiler kazandıracak derslere önem vermek yerine, onlara bir aile havası içerisinde, bir arada oluşlarının ilk duygularını tattırmak ve yeteneklerinin ilk gelişimi sırasında, onlarda kardeşlik duygusunu uyandırmak ve ahlaki duyguları canlandırmaktır. Bunun içinde çocuklara yalnızca söze dayalı bir teorik eğitim yerine, onların her yönlü ihtiyaçlarını karşılayarak temel duygular ile manevi güçlerini canlı tutacak bir eğitim uygulanmalıdır.
       Pestalozzi, bunu sağlamanın en etkili yolu olarak, çocukların “güven” duygusu ile “kalben bağlanma” duygularını kazanmaları gerektiğini görür. Pestalozzi, eğitsel sistemini ilk olarak fakir çocukları olumsuzluklardan kurtarmak için geliştirmesine rağmen, bu sistemden zengin ailelerin çocukları da yararlanmıştır.
       19. yüzyıl başlarında, okul öncesi çağ çocukları için açılan sosyal kuruluşlar, temelde çalışan annelere yardım ve kimsesiz çocukları korumaya yöneliktir. Almanya’dan sonra, 1844’de Paris’de, A. M. Firmin Marbean isimli bir Fransız, çalışan annelerin bebekleri için bir kreş açmıştır.
       Endüstri Devrimi, çocukları ve ailelerini büyük ölçüde etkilemiştir. Endüstri devriminden önce, genellikle altı yaşından daha küçük çocukların annelerinin yanında ve evde olmaları gerektiği benimsenmişti. İngiltere’de kreşin başlangıcı, ilkokulların bebek sınıfları idi.40 Avrupa’da Endüstri Devrimi’nden önce küçük çocuklar, çiftlik işleri ve ailelerin evdeki angarya işlerine yardım ederlerdi. Ancak toplum, tarıma dayalı bir toplumdan; endüstriye dayalı bir topluma dönüşmeye başladığında, özellikle fakir çocuklar ev işlerinde çalışmak zorunda kalmışlardır.
         Okul öncesi eğitimin önemine inanan ve bu alanda ilk anaokulunu açan, Friedrich W.A. Froebel’dir (1782-1852). Geleneksel Alman okulları ve öğretim metotları yedi yaşın altındaki çocuklara hitap etmiyordu. Bu okullardaki öğrenme, ezbere dayalıydı ve birkaç soyut kavramdan oluşmaktaydı. Bu tür öğrenmede çocukların yetenekleri uyarılmıyor, doğal merak ve öğrenmeleri engelleniyordu.
         Çoğu çağdaşları gibi Froebel, var olan bu eğitim sisteminden tatmin olmamış ve ezbere dayalı öğretim metodunu hiç kullanmamıştır. Froebel, bu sistemin, öğrencileri gözlem ve araştırma yoluyla elde edecekleri doğru ve gerçek bilgiden yoksun bıraktığına inanıyordu. Pestalozzi’den büyük oranda etkilenen Froebel, gelişimin evrensel kurallarına göre insanı eğitmek istemiştir.
        Froebel, 1837’de Almanya’da Keilhau yakınlarında, Blankenburg bölgesinde, okul öncesi eğitim çalışmalarına başlamış ve 1840 yılında “Kindergarten” adını verdiği ilk anaokulunu açmıştır. 42 1851 yılında Prusya hükümeti, Kindergarten’ları, sosyalist ve ateist bir zihniyet aşıladıkları gerekçesi ile yasaklamıştır.
        Froebel’in eğitim felsefesi, eğitimin özgürlük ortamında, ilgi ve istekler doğrultusunda olması gerekliliği ve öğrencilerin bireysel çabalarının ön plana çıktığı bir eğitim ortamını ön plana alır. Froebel, kindergatren uygulamalarında, oyunu eğitimin önemli bir öğesi olarak ele almış ve oyuncakları, çocukların yeteneklerinin geliştirilmesi için kullanılması gereken önemli araçlar olarak görmüştür.
         Bir tıp doktoru olan Maria Montessori (1870-1952), okul öncesi eğitime büyük katkılarda bulunmuştur. Uzmanlık çalışmalarında, zihnen geri kalmış çocuklarla ilgilenmiş ve uyguladığı yöntemlerle, bu çalışmalarda, büyük gelişmeler elde etmiştir. Montessori aynı yöntemlerle, normal çocukların gelişiminde de istenilen doğrultuda daha iyi sonuçlar alınabileceğini savunmuştur. Maria Montessori, pratik ve teoriği birleştirerek öğrencilerin yaparak yaşayarak öğrenmelerine fırsat tanınacak bir ortam kurmayı planlamıştır.
         Maria Montessori, İtalya’da hem sağlıklı hem de zihnen geri kalmış çocuklarla ilgilenmiş ve bu konuda büyük gelişmeler elde etmiştir. 1898’de ilk “çocuk evini” açmıştır.45 Çocuğun doğumdan başlayarak “emici” zihinsel bir güce sahip olduğu, görüşünde olan Montessori, 0-6 yaş arasını, bu emici zihnin büyük ölçüde alıcı olduğu, kritik bir dönem olarak kabul ediyordu. Bu süreçte, çocuğun zihinsel etkinliğini artırmayı ve çevresinde uyumda rehberliği, onu anlayabilecek kadar sevgi dolu bir yaklaşım içinde olmaları gereken yetişkinlerin, alçak gönüllü yardımlarından beklemekteydi.
        Montessori, eğitim yöntemini 1907’de ilk kez Roma’da kurulan “Case dei Bambibini (Çocuk Evi)” de uygulama imkânı bulmuştur.47 Montessori, yetişkinlerin çocuklar için doğal eğilimlerini geliştirebilecekleri bir çevre hazırlamaları gerektiğini belirtmektedir. Çocuğun yaşına uygun bir çevrede, ruhsal yaşamını doğal olarak geliştirip, iç dünyasını ortaya koyabileceğini belirtmektedir.
     
Günümüzde “Montessori Yöntemi” olarak bilinen eğitim anlayışının temelinde;

  • -çocuğun tanınması,
  • -duyuların eğitilmesi, 
  • -deneyimde tekrar, 
  • -iç disipline yönelten özgürlük ortamı, 
  • -ilgi çekici ve mutlu bir olay olarak sunulan çalışma, 
  • -eğitime toplumsal bir olay olarak yaklaşım gibi ilkeler vardır.

   
               Margaret Mcmillan ve Rachel Mcmillan (1860-1931, 1859-1917), 1908’de Londra’da ilk çocuk yuvasını açmışlardır. Kurdukları bu yuvanın üç temel hedefi vardı. Bunların ilki, buraya gelen bütün çocuklara bakmak, büyütmek ve gelişimlerine katkıda bulunmak; ikincisi, çocuk yetiştirmede çocukların kendi potansiyelleri doğrultusunda gelişimlerini sağlayıcı uygulamalarda ailelere yardım etmek ve üçüncü temel amaç ise, çocukları planlı bir şekilde gözlemlemekti.50 Bu yuvada duyuların etkin kullanımı ve oyunlarla eğitim temel alınmaktaydı.
         Piaget (1896-1980), çocuğun zihinsel gelişimi üzerinde yaptığı çalışmalarda, özellikle, çocuğun kendi yaş grubu içindeki sosyal etkileşiminin önemi üzerinde durmuştur. Piaget, sadece yaparak değil, üzerinde konuşarak da, daha iyi öğrendiklerini vurgulamıştır.
         Lev Semenovich Vygotsky’e (1896-1934) göre, insanlara ait tüm yüksek zihinsel işlemler kişinin içinde bulunduğu sosyal ve kültürel bağlamdan kaynaklanır. Bu yüksek zihinsel işlemler, o sosyal ve kültürel çevrede bulunan diğer insanlarla da paylaşılır ve kişinin o çevreye uyumu ve o çevrede başarılı olması için önemlidir. Kişinin gelişimini anlayabilmek için onun, bir parçası olduğu sosyal ilişkileri anlamamız gerekir.
         Vygotsky’e göre, kültürel gelişim boyunca her işlem önce sosyal, sonrada psikolojik boyutlarda ortaya çıkar. Sosyal boyutta ortaya çıkan bir işlem kişiler arasında olur. Daha sonra bu işlem içselleştirilir ve psikolojik boyutta görülür. Sosyal ilişkiler genetik olarak tüm yüksek zihinsel işlemlerin altında yatmaktadır. Zihinsel beceriler kişinin diğer kişilerle sosyal etkileşiminden etkilenirler. Bu nedenle çocuğun sosyalleşme süreci içerisinde yetişkinler tarafından bilinçli ve sistemli olarak desteklenmesi, onun sosyal ve bilişsel gelişimini hızlandıracaktır.
        Ayrıca Sigmund Freud ve Erik Erikson gibi bilim adamlarının, çocukluk yıllarındaki duygusal ve sosyal zedelenmelerin, ileri yaşlarda kişilik yapısında doğurduğu sorunlara dikkat çekmeleri, yaşamın ilk yıllarıyla ilgili eğitim düzenlemelerine yeni boyutlar getirmiştir.


2) DOĞU İSLAM DÜNYASINDA ;
Farabi (870-950), çocukta aklın, deneyimlerin yardımıyla, işlemeye elverişli bir yeti olduğunu savunmuş; bilginin elde edilmesinde beş duyunun önemli olduğunu vurgulamıştır.
            İbni Sina (980-1037), dünyada tıp ve eğitim tarihinde önemli yeri olan bir düşünürdür. Çocukların bakım, sağlık ve eğitimleri ile ilgili önemli görüşleri vardır. İbni Sina, çocuğun her gün yıkanması fakat üşümekten korunması gerektiğini belirtir. İbni Sina’ya göre çocuğa mümkün olduğu kadar annesi süt vermeli, annesi emzirmeyecekse iyi bir sütannesi bulunmalıdır. Doğan çocuğa babası iyi bir ad koymalı, çocuk sütten kesilir kesilmez, kötü huylar edinmeden eğitime başlanmalıdır. Çocuğu eğitirken fazla baskı yapmamalı, hataları uygun biçimde düzeltilmelidir der.
         Gazali (1058-1111), eğitimin kuramsal yönü üzerinde durarak ve uygulamaya yönelerek, çocuğa tam bir sevgi-koruma göstermek gerektiğini, kendisine iyi davranış öğretilmesini, onun aydınlatılmasını ve kötü alışkanlıklardan uzak tutulmasını ister. Gazali’ye göre çocukların küçük yaşta eğitilmeleri gereklidir; çünkü küçük yaşta verilen bilgiler taştaki oymalara benzer. Çocuğun temiz olan kalbi ince, katkısız ve her türlü izlenim ve görünüşten yoksundur. Ancak her izlenimi alabilecek yetenektedir.
         Okul öncesi eğitime katkı sağlayan fikirlere bakıldığında, Ortaçağ batı toplumlarında, çocukların kendine has özelliklerinin bulunduğu ve bu özelliklerin çocukları yetişkinlerden ayırdığı bilincinin olmadığı görülmektedir. Rönesans’la birlikte kültürel ve düşünsel ortamda başlayan değişim 19. yüzyılda da sürmüş ve çocukların kendilerine has gelişim özellikleri, ihtiyaçları olan bireyler olduğu anlayışı yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştır.
          Ekonominin tarımdan sanayiye kayması, orta sınıfın gelişmesi, ailenin yapısının ve rolünün değişmesi, çocuk ölümlerinin azalması, anne ve babayla çocuk arasındaki duygusal bağın güçlenmesi çocuğa bakış açısını da değiştirmiştir. Aydınlanma çağı filozoflarının çocukluk hakkındaki görüşleri ve buluşları çocuklara bakış açıları, eğitimleri konusunda yeni anlayışların ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
          Eski çağlardan beri çocukluk yıllarının önemli yıllar olduğu söylenegelmiş olmasına karşın, bu alanda yapılan kapsamlı çalışmalar ne yazık ki günümüz tarihine çok yakındır. Bunun en önemli faktörlerinden birisi olarak günümüzdeki bilimsel araştırmaların, çocukluk yılarındaki yaşamın önemini vurgulayan araştırmaların ve bulguların ortaya çıkması gösterilebilir. Devrimler, savaşlar, kadının ekonomik hayata katılması gibi sosyal ve ekonomik olaylar okul öncesi eğitim fikrinin gelişip yayılmasına katkı sağlamıştır.
       
3) GÜNÜMÜZDE OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN ÖNEMİ 
Okul öncesi eğitim, çocukların temel davranışları kazandığı en önemli eğitim kademelerinden birisidir. Yapılan bilimsel araştırmalar ve çağdaş eğitim alanındaki uygulamalar, nitelikli, sağlıklı ve istenilen davranışlara sahip nesilleri yetiştirmek için eğitime çok küçük yaşlarda başlanmasının gerekli olduğunu ortaya koymuştur.
         Aile ortamında sıkı duygusal ve sosyal ilişkiler içerisinde bulunan çocukta, yavaş yavaş yaşıtlarıyla bir araya gelme, oyun gruplarına katılma, paylaşma, mücadele etme gibi ihtiyaçlar belirginleşir. Giderek artan bir sosyalleşme eğilimi ve oyuncaktan çok oyuna yönelme görülür. Çocuk, belli bir sosyal ortamda dağar ve aynı zamanda bu sosyal ve kültürel mirasın taşıyıcısı olur.
        Eğitimin amaçlarından biri hatta en önemlisi, bireyin ve toplumun sosyal yönden gelişmesini sağlamak, onun içinde bulunduğu ortama dengeli bir şekilde uyumunu gerçekleştirmektir. Bu uyumu gerçekleştirecek temellerin okul öncesi dönemde atılması gerekmektedir.
         Akran grubuyla birlikte oynanan oyunlar çocuğun sosyal deneyimlerini artırarak, kendini tanımasına yardımcı olur. Çocuk kendini kabul ettirmeyi, başkalarını kabul etmeyi, haklarını korumayı, kuralları ve başkalarının haklarına saygı duymayı öğrenir.
        Okul öncesi eğitimde çocuğa sunulan zengin uyarıcı ve çevre çocuğun zihinsel gelişimine katkılar sağlar. Okul öncesi eğitim kurumlarının düzenleyeceği öğrenim yaşantılarıyla çocuğun duygularının gelişimini, algılama gücünü artırır. Okul öncesi eğitim kurumları, çocuğu, aile ve komşuluk çevresinin içinde bulunduğu kültürel kesimden farklı, genel kültür değerlerine dayalı sosyal bir ortam içinde eğiterek, toplumun kültür değerlerinin özümlenmesinde yardımcı olur.
          Kent yaşamının sıkışık düzeni, oyun alanlarının azlığı ve çalışan anne sayısının giderek artması bu kurumların önemini artırmıştır. Okul öncesi eğitim kurumları çalışan annenin sorumluluklarını günün belli saatleri içinde üstlenerek hem çocukların güvenliğini sağlar hem de çocuklara iyi bir ortam sunarak olumsuz koşullarda zarar görmelerini engeller.
         Çocukların gelişimi, ihtiyaçları, öğrenmesi, ilgilenmesi ve benzeri konularda yapılan araştırmalar, okul öncesi eğitimi görenlerle, görmeyenler arasındaki gelişim farklılıklarının okul öncesi eğitim görenlerin lehine olması nedeniyle okul öncesi eğitimin önemini ortaya koymaktadır.
          Eğitimciler, anaokulu ile ilkokulun birinci ve ikinci sınıfına ait çalışmalar arsında yakın bağlar gerektiği ve bütün çocukları ilkokul teşkilatının parçası olan bir anaokulu programından geçirmekle birçok büyük avantajlar elde edileceği kanaatindedirler. Araştırmalar anaokulu yaşantısına sahip bir çocuğun birinci sınıfa daha çabuk intibak ettiğini ve sonraki okul hayatında muhtemelen daha iyi ilerleme göstereceğini belirtir niteliktedir.
            Annenin çalışmadığı ailelerde, genellikle anneler geçirdikleri eğitim tecrübelerine dayanarak çocuklarını yetiştirmektedirler. Annelerin geçmişten aldıkları çocuk yetiştirme tecrübeleri çağdaş eğitim anlayışı içerisindeki gelişme ve yeniliklere yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan okul öncesi eğitimin gelişimi ve yaygınlaşması, bu çağdaki çocuklara daha iyi gelişim imkânları sağlamak, onları ilköğretime hazırlamak ve potansiyellerini geliştirecek fırsat ve imkânları artırmak bakımından kaçınılmaz olmaktadır.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1. Yapılan yorumun içerik ile ilgili olmasına dikkat ediniz.
2. Lütfen yorumlarınızda yazım ve dil bilgisi kurallarına uymaya çalışın.
3. Yorumlar sorulara ve içerik önerilere açıktır.

DOWN SENDROMU NEDİR? BELİRTİLERİ NELERDİR?

DOWN SENDROMU NEDİR? Down sendromu genetik bir rahatsızlıktır. Sağlıklı insanlarda 2 tanesi eşey  kromozomu (XX veya XY) olmak üzere toplamd...

POPÜLER YAYINLAR